Fazlullah Esterâbâdî
Fazlullah’ın ismi kaynaklarda Abdurrahman, Celaleddin, Şihabüddin ve Şemseddin Fazlullah olarak zikredilmiştir.[1] Kemaleddin Kaytağ, Fazlullah’ın kendi ismini Mevlana F (مولانا ف) şeklinde yazdığını söyler.[2] Fazlullah’ın isminin önünde geçen seyyid tabirinin yanında yazma eserlerde zikredilen şecere kayıtları, onun Hz. Peygamber’in soyundan geldiğini göstermektedir. Fazlullah’ın şeceresi, nüshalarda şu şekilde geçmektedir: Fazlullah b. Seyyid Bahaüddin (b.) Hasan b. Seyyid Muhammed b. Seyyid İmadüddin b. Seyyid Tacüddin b. Seyyid Ali b. Seyyid Haşim b. Seyyid Şerif Şah b. Seyyid Muhammedül Yemanî b. Seyyid Ali b. Seyyid Hüseyin b. Seyyid Muhammed b. Seyyid Haşim b. Seyyid Hasan b. Seyyid [Ali b. Seyyid Haşim b. Seyyid Muhammed b. Seyyid[3]] Cafer b. İmam Musi-i Kazım (as) b. İmam Cafer (as) b. İmam Muhammed Bâkır (as) b. Zeynel Âbidîn (as) b. İmam Hüseyin (as) b. İmam Ali b. Ebî Talib.[4] Fazlullah’ın Tebriz, Şirvan ve Meşhedli olduğu farklı kaynaklarda dile getirilmiş olsa da Esterabadlı olduğunu bizzat kendisi söylemiştir.[5] Halifelerinden Aliyyu’l A’lâ da, onun Esterabadlı olduğuna Tevhid-nâme’sinde işaret etmiştir.[6] Fazlullah 740/1340 yılında doğmuştur. Arşî Divân’ında kendisinin Hicrî 970’de doğduğunu, Fazl’ın doğumuyla arasında 230 yıl bulunduğunu belirtmiş, “ﻳﺎﺭﻯ ﺩﺍﺩ” sözünün ebcedinin aradaki 230 yılı gösterdiğini söylemiştir. Konuyla ilgili yazdığı yedi beyitlik Farsça bir gazeli vardır.[7] Muhitî de Keşf-nâme’sinde Fazlullah’ın 740 tarinde doğduğuna dair keşfettiği işaretleri zikretmiştir.[8] Fazlullah’ın talebelerinden Nasrullah b. Hasan Ali b. Mecduddin Hasan Nâficî ve Seyyid İshak’ın Hâb-nâme ismini taşıyan eserlerinde Fazlullah’ın hayatına dair bilgiler bulunmaktadır. Seyyid İshak’ın Hâb-nâme‘si Firişteoğlu tarafından Türkçeye çevrilmiştir. Fazlullah’ın hayatı ile ilgili en temel bilgileri içeren eserin ilgili bölümünü buraya almayı uygun görüyoruz: “Óaøret-i äÀóib-i Teévìlüñ sülÿkınuñ ve riyÀøetinüñ ibtidÀsı budur ki bir gün, medreseye bir dervìş geldi ve MevlÀnÀ CelÀle’d-dìn ebyÀtından işbu beyti oúudı ki beyt: Ez merg çe endìşì çün cÀn-ı beúÀ dÀrì Der gÿr kocÀ goncì çün nÿr-ı òüdÀ dÀrì Bu maènÀ Óaøret-i äÀóib-i Teévìlüñ cÀnına eåer eyledi. MevlÀnÀ KemÀle’d-dìn ki medresede müderris idi, Óaøret-i äÀóib-i KemÀl müderrisden ders dinlerlerdi ve bu beyti müderrisden ãordı. MevlÀnÀ KemÀle’d-dìn eyitdi ki bunuñ gibi kelimÀt õevkden óÀãıl olur, riyÀøetle ve ceõbe ile bilinür didi. Bu maènÀ ol úabìlden degüldür ki kimse kendüden bu maènÀyı beyÀn úıla meger tezkiye ve taãfiye-i nefsle şevÀàil-i óissìden (A37b) mücerred ola ki anuñ gibi kişiye ez-rÿy-ı õevk óÀãıl ola didiler. Baèdehÿ Faølu’l-lÀh bu cevÀbı işidicek vardı riyÀøete úadem baãdı. Her gün ziyÀde oldı sülÿkı ve ceõbesi. MübÀrek mizÀclarında àalebe itdi. Baèdehÿ ÀşinÀdan ve aúrabÀdan pinhÀn olup riyÀøete ve mücÀhedeye ve úıllet-i taèÀma ve úıllet-i menÀma ve geceler ióyÀ itmege ve hem ãavm-ı devÀma ve ãalÀt-ı devÀma àÀyet meşàÿl oldılar. Ve daòi ol ki riyÀøete taèalluúdur àÀyet kÿşiş itdiler. Ol óìnde anlaruñ èömri on sekiz yaşında idi. Çün bu óÀl üzerine bir yıl èömri medresede geçdi. Günden güne ceõbesi ve óÀli àalebe itdi, iúÀmete ùÀúati úalmadı. Andan bir nemed iòtiyÀr itdi. AúrabÀsından ve diyÀrından çıkdı, sefer itdi. PiyÀde ve tenhÀ, Kaèbe-i muèaôôamaya müteveccih oldı. Kaèbe yolında piyÀde ve tenhÀ ol úadar şedÀyid ve beliyye oldı ki anuñ şeròi bu muòtaãara ãıàmaz ki anlara irişdi. Ve çün şeref-i Kaèbeye irişdiler ve Kaèbe-i muèaôôamla müşerref oldılar ve yine Kaèbeden mürÀcaèat itdiler. Her mevøiède ki olurlardı iúÀmete niyet iderlerdi, èuôlet ve inzivÀ iderler idi. Çünki ol yerüñ ehilleri anlaruñ óÀlinden vÀúıf olsalar Óaøretlerine gelmek gitmek àÀlib olsa, ol yirden sefer iderlerdi. Ve hìç kimseyle muãÀóebet itmezlerdi. Óaøret-i äÀóib-i Teévìlüñ úÀèide-i (A38a) sülÿkı ol idi ki seferlerinde piyÀde giderlerdi. Vech-i maèÀşları elleri kesbinden idi ve kisvetlerini ve ùaèÀmlarını kendü elleri kesbinden óÀãıl iderlerdi. Hìç vechle bir kimsenüñ nesnesini úabÿl itmezlerdi ve õikr-i òafì èala’d-devÀm iderlerdi. DÀéim çilleye ve rÿzeye meşàÿl olurlardı. Ve hìç kimseye söz söylemezlerdi, illÀ õikre ve tilÀvet-i ÚuréÀna meşàÿl olurlardı. Áòirü’l-emr, belde-i fÀòire-i Òarezme düşdiler. Áòirü’l-emr bir kÿşe iòtiyÀr itdiler ve niyyet-i iúÀmet itdiler ber-ùarìú-i maèhÿd riyÀøete ve èibÀdete ve sülÿka meşàÿl oldılar. Bu óÀlde, nice kişiler, erbÀb-ı ùalebden ve erbÀb-ı sülÿkdan Óaøretlerine mülÀzım oldılar iètiúÀd ve irÀdetle Óaøretlerinüñ òalvetinüñ óavÀlìsine riyÀøetle ve èibÀdetle kendülerini teslìm-i küllì itdiler. Ve daòi äÀóib-i Teévìl Óaøretinden şöyle naúl itdiler ki Şeyò Ebu’l-Óasan İãfahÀnì nevvera’l-lÀhu úabrehÿ rivÀyet iderler; bir gece Òarezm òalvetinde Óaøret-i äÀóib-i Teévìl otururdı vesvese-i nefsÀnì àalebe itdi. Óaøretlerinüñ òÀùırından òuùÿr itdi ki meger sülÿkda ve riyÀøetde taóúìú yoúdur ola deyü òÀùırlarından geçdi. Baèd-ez-Àn bu fikr ile àamgìn ve óayrÀn olup dururken, çünki ÒüdÀyla èahd eylemişdi sülÿkınuñ evvelinde ki, ne teévìlle ve ne taãrìóle àayr-ı vÀúiè söz söylemeyem ve daòi her taóúìú ve her maènÀ ki netìce-i sülÿkdan maèlÿm ola, ÒüdÀnuñ bendelerinden gizlemeyem ve ehl-i ùalebinden ãaúlamayam didi. Ve daòi çünki (A38b) bu riyÀøetden ve sülÿkdan baña taóúìú óÀãıl olmadı, varayın şimden gerü ùaleb-i maèÀş-ı dünyevì ideyin tÀ şol cemÀèat ki taóúìú ùalebine ve maèlÿmÀt-ı yaúìn ùalebine irÀdet cihetinden mülÀzım olmışlardur, bileler ki taóúìú yoàmış, varalar her biri işlü işine meşàÿl olalar. Bu endìşe sebebinden àÀyet àuããalu ve perìşÀn-òÀùır oldılar. Baèdehÿ, vÀridÀt-ı àaybìden mübÀrek òÀùırlarına şöyle òuùÿr itdi ki, bu gece daòi èibÀdete meşàÿl olmaú gerek. Eger fetóü’l-bÀb olursa fìhÀ ve nièam ve illÀ eger olmazsa varam maèÀş ùalebini idem didi. Óaøret-i äÀóib-i Teévìl çün uyúuya vardı, èÀlem-i òºÀbda gördüm didi, bir bÀàçem var imiş EsterÀbÀdda. Ol bÀàçeye vardum, nÀgÀh MevlÀnÀ NiôÀme’d-dìn Òarezmì geldi, beni zÿr ile ol bÀàçeden çıúardı. Bu bÀàçe senüñ degüldür, sen bunda n’eylersin didi. Baèd-ez-Àn bir yüksek yir gördüm. Bildüm ki maúÀm-ı ãıdúdur. SüleymÀn èaleyhi’s-selÀm ol yüksek yirde oturmış, aña yaúın yirde bir maúÀm daòi gördüm, bildüm ki ol maúÀm aèrÀfdur. Çün SüleymÀn èaleyhi’s-selÀm beni gördi, eyitdi ki: Hüdhüd úanı, fi’l-óÀl Hüdhüd óÀøır oldı. SüleymÀn èaleyhi’s-selÀm eyitdi ki: Ey Hüdhüd, var anuñ müddeèìsini getür didi, tÀ bunlaruñ daèvÀsın úaùè ideyin didi. Hüdhüd gitdi vardı bir úaraca úaràa ãÿretinde getürdi. (A39a) KeşÀn ber keşÀn başınuñ tügini muókem dutmış getürdi. SüleymÀn èaleyhi’s-selÀm óükm eyledi Hüdhüde tÀ kim ol úaraca úaràanuñ tüglerini ve úanatlarını yol, bürehne eyle ve bÀàçe dìvÀrından ùaşra bıraú didi. Ve ol bÀàçeyi buña teslìm eyle didi. Çün bu òºÀbdan bìdÀr oldum didi, òÀùırumdan geçdi ki SüleymÀn, Óaúú úıbelindendür ve Hüdhüd rÿódur, úaraca úaràa nefs-i emmÀre-i bi’s-sÿédur ve bÀàçe tendür. ZÀà-ı nefs ister ki àaøab ile mutaãarrıf ola çün bu òºÀbdan ve bu vÀridÀtdan feraónÀk ve şÀdmÀn oldum, bildüm netìce-i sülÿk elbetde var imiş. Çünki bu vÀúıèa üzerine bir gice ve bir gün geçdi yine bir gice gördüm èÀlem-i òºÀbda, EsterÀbÀdda kendümi bir çınar aàacı dibinde gördüm. Anda bir pìr kişi oturmış remmÀllıú eyler, teévìl-i òºÀba ve teévìl-i ehÀdìåe şürÿè ider. NÀgÀh, Óaøret-i MuãùafÀ èaleyhi’s-selÀm óÀøır oldı eyitdi: Ey pìr, bu emre ki şürÿè idersin, düşvÀrdur. Teévìl-i òºÀb, emr-i ãaèbdur ve bunuñ taóúìúi müşkildür. Anuñ içün ki vaút ola ki bir kişi kendözüni göre òºÀbda, yÀ leõõetde veyÀ elemde, anuñ teévìli bir nefs-i Àòara ola. YÀ oldur ki bir kişiyi göresin, ehl-i dünyÀdan, yÀ rÀóatda yÀ zaómetde, anuñ teévìli aãóÀb-ı úubÿra ola veyÀ ehl-i Àòirete ola didi. Baèd-ez-Àn Óaøret-i MuãùafÀ baña eyitdi ki teévìl-i rüéyÀ bir sitÀre úatındadur ki ol sitÀre otuz biñ yılda bir kez ùulÿè ider ve ol (A39b) sitÀre on sekiz biñ èÀleme muóìùdür. Şimdiki óÀlde ùulÿèı vaútidür. Belki ùulÿè itmişdür. Eger dilerseñ ki ol sitÀreyi göresin, benüm bÀàçeme gir anda bir nÀrenc aàacı vardur. Ol nÀrenc aàacı dibinde tevaúúuf eyle ve muntaôır ol ki ÀsumÀnda yidi kevkeb vardur ki ol yidi kevkebden birisi aèôam ve eşfaúdur ve nÀùıúdur, teévìl-i rüéyÀ anuñ úatındadur didi. Faølu’l-lÀh eydür: Óaøret-i Muãùafa baña bu òaberleri òºÀbda viricek ben daòi seyr eyledüm ol bÀàçedeki nÀrenc aàacınuñ dibine vardum ve ÀsumÀna naôar itdüm, sitÀreler içinde bir aôìm sitÀre ùulÿè itdi gördüm; ol sitÀrenüñ şuèlesi àÀyet èaôìm idi ve anuñ şuèlesi benüm saà gözüme rÀst peyveste oldı, ulaşdı. Ve ol sitÀre baña söz söyledi ve söyledügi sözden dizilmiş incü gibi benüm saà gözüme nÿr peyveste oldı lÀ-yenúaùıè gelürdi, ulaşurdı. Ve ol sitÀre söyledügi sözleri teévìl-i eóÀdiåden söylerdi. Ve daòi Óaøret-i äÀóib-i Teévìl èazze faêluhÿ buyurur kim: Bu òºÀbı müşÀhede itdügümden ãoñra teévìl-i rüéyÀ ve àayr-ı rüéyÀ maèlÿmum oldı dir. Baèd-ez-Àn, Óaøret-i äÀóib-i Teévìl eydür: èÁlem-i òºÀbda ol sitÀrenüñ nÿrı benüm saà gözüme peyveste olmasa, ãol gözüme peyveste olsa, elbetde teévìl-i rüéyÀda òaùÀ vÀúiè olurdı. Bu úavl-i bozorgvÀruñ óÀãılı ve netìcesi (A40a) oldur ki aãóÀb-ı şimÀle bu kerÀmet ve bu der-yÀft olmaz ve bu kemÀle müsteóaú olmaz. Anuñ içün kim òºÀb rÀst peyvestedür ãıdú-ı úavle ve ùahÀret-i ôÀhire ve bÀùına, óuãÿãan ol òºÀbuñ teévìli ve anuñ esrÀrınuñ keşfi ve inne õÀlike huve’l-fetóu’l-mübìn. İmdi teévìl-i òºÀb ki Óaøret-i äÀóib-i Teévìle keşf ve fetó oldı, Óaøret-i RisÀletüñ hicretinüñ 760 (diğer bir nüshada 765) yılında idi ki èasa’l-lÀhu en-yeétiye bi’l-fetói ve mÀ yaèlemu teévìlehÿ illÀ’l-lÀh ve’r-rÀsiòÿne fi’l-èilmi. Bu ôuhÿra vÀsıùa ve bu òavÀããuñ ve èavÀmuñ iødihÀmına ve àalebesine sebeb ol idi ki Óaøret-i äÀóib-i Teévìl èazze faêluhÿ Òarezmde olurlardı. NÀgÀh Òarezmden àaybet itdiler, Yezde geldiler. Yezd’den hemÀn bu vÀsıùa sebebiyle gitdiler İãfahÀna geldiler nice zamÀn Toúçıda muúìm oldılar ve andan yine Tebrìze geldiler ve Tebrìzden daòi DÀrü’l-EmÀna naúl itdiler. Bu óÀlde dervìşler ve muùìèler, ehl-i èilmden ve ehl-i istièdÀddan àalebe eylemişlerdi, bu óÀlde VÀlì-i Dolaú zÀviyesinde muúìm olmışlardı ve SulùÀn Üveys, Óaøret-i äÀóib-i Teévìlüñ ãoóbetine gelmişlerdi, teévìlü’l-eóÀdiå istimÀè itmişlerdi ve ümerÀ-i erkÀn-ı devlet, Emìr ZekeriyyÀ ki vezìr-i SulùÀn Üveys idi ve ÒºÀce Şeyò ki ãÀóib-i ãadr idi muètekid oldılar her gün mütevÀtir (A40b) ve mütevÀlì ve müteèÀúib Óaøret-i äÀóib-i Teévìlüñ ãoóbetine gelirlerdi. SulùÀn Üveysüñ ve daòi vezìrlerinüñ geldüklerinden ve ihtimÀmlarından dervìşler huøÿr ve ferÀàat bulurlardı. TÀ çün tÀrìò 775’e irişdi, mübÀrek RamaøÀn ayında muúaùùaèÀt-ı kelÀm-ı İlÀhìnüñ teévìli keşf oldı ve fetó oldı. Şöyle ki kütüb-i mükerremde mektÿb ve mesùÿrdur, CÀvidÀnnÀme-i İlÀhì ve èArşnÀme-i İlÀhì ve Muóabbet-nÀme-i İlÀhì bu meõkÿrÀtı beyÀn ider. Ve èÀúıbet Tebrìzde müteéehhil oldılar. Sebeb bu oldı ki ÒºÀce BÀyezìd DamàÀnì ki vezìr-i SulùÀn Üveys idi, kendüyi cümle-i muèteúidlerden bilürdi. Bir úızı var idi, ol úızuñ anası BÿkerdiyÀn úabìlesinden idi, ol Óaøret-i èÀliye ile úurbet-i daúìúasını buldı. Ve ol úız èinde’l-vÀlideyn èazìzü’l-vücÿd ve seyyide ve maóbÿbe ve pesendìde idi ve aòlÀú-ı óamìde ile muttaãıf idi. èİãmet perdesinde perverde olmış idi. Baèd-ez-úaøÀ-yı İlÀhì ol maòdÿmenüñ vÀlideynine ol dÀèiye oldı ki Óaøret-i äÀóib-i Teévìlden iltimÀs-ı èaúd ideler. Bir gün ol maòdÿmenüñ vÀlidesi MevlÀnÀ KemÀle’d-dìn HÀşimìyi ki Óaøret-i Faølu’l-lÀhuñ mülÀzımlarından idi ùaleb itdi ve eyitdi ki bize bir óikÀyet oldı, iltimÀs ol èÀlì dergÀhdan oldur ki eger icÀzet olursa kendözüm (A41a) perde ardından óÀlimi èarø ideyüm didi. MevlÀnÀ KemÀle’d-dìn HÀşimì daòi ol müéminenüñ iltimÀsını Óaøret-i äÀóib-i Teévìle bildürdi ve ruòãat buldı. Baèd-ez-Àn ol müémine-i ãÀdıúa eyitdi ki benüm bir úızum vardur vÀlideyn úatında àÀyet maóbÿbdur. İmdi temennÀ şöyledür ki òidmetkÀrlıú resmiyle ÀsitÀne-i muúaddesde úabÿl ola ber-vesìle-i ümmìd ile ki bize necÀt-ı uòrevì ola. Óaøret-i BüzürgvÀr buyurdı ki bu dÀèiye ki sizüñ òÀùıruñuza òuùÿr itmişdür èaceb dÀèiyedür. Bu dÀèiye, nevè-i maèÀşda iótimÀl-i mekÀndur ki dervìşler iòtiyÀr itmişlerdür, zümre-i nisÀda müşkildür, iòtiyÀr idemezler didi. Ol müémine-i ãÀdıúa eyitdi: Ber-sebìl-i tażarruè ve iltimÀs ümmìd oldur ki kendüye murÀúıb ola, riyÀøetden òÀlì olmaya, leõõÀt-ı nefsÀnìyi terk ide ve daòi iótimÀl-i mekÀn itmekde taúãìrliú vÀúiè olmaya didi. Óaøret-i Faølu’l-lÀh buyurdılar ki bu maènÀ sizüñ nefsüñüze müteèalliú degüldür ve daòi sizüñ ferzendüñüz mehd-i ferÀàatda ve ÀsÀyiş-i tende perveriş bulmışdur. VÀlideyn daòi kendüleri ãÀóib-i mÀl u ziynet u èişret müşÀhede itmişlerdür ve daòi nefìs libÀslar ile ve laùìf şerbetler ile ve leõõetli ùaèÀmlarla nefsi ülfet bulmışdur küçüklük óÀlinde kerÀhiyyet u melÀlet-i leõõÀt-ı nefsÀnìden geçmek ve (A41b) dervìşlik óÀlinde ãÿret baàlamaú müşkildür didi. Ol müémine-i ãÀdıúa eyitdi: Ol cenÀb-ı èÀliyenüñ iútiøÀsı ve keremi ve şefúatidür ki tekÀlifüñ sebeb-i úabÿli olısardur ki taèyìn buyuralar. Óaøretleri buyurdılar ki eger ùavèla bi’ù-ùabè bu teklìfÀtı úabÿl iderlerse anlaruñ mizÀcında müşÀhede gösterevüz taúãìrliú olmaya didiler. HÀõÀ min faêli’l-lÀhi èaleynÀ. Ol müémine-i ãÀdıúa eyitdi: Eger olmazsa bizüm temennÀmuzdan ümìdümüz kesilmesi hem yine bizden ola didi. Baèdehÿ Óaøret-i BüzürgvÀr èazze faêluhÿ buyurdılar ki evvelÀ bir şarù budur ki ol vaút ki sizüñ evüñüzden ùaşra çıúa bir nesne ki “şey’” isim ıùlÀú olunur, bile hemrÀh idinmeye. Ve daòi bunca ki anuñçün düzmişsiz ve perdÀòt itmişsiz, andan müberrÀ ola size úoya gide. Ve daòi ol libÀsdan ve ùaèÀmdan ve gerü úalan óÀcet-i beşeriyyetden, vaútì ki dervìşlerüñ kesb-i yedinden olmaya, muùlaúa andan iótirÀz ideler. Ve daòi vaútì ki dervìşlerüñ zÀviyesine úadem baãa, ayruú ùaşra çıúmaya, hìç kimsenüñ òÀnesine varmaya. Bir şarù daòi oldur ki óaãır döşek ve nemed yaãtıú ve penbe bezden libÀs iòtiyÀr eyleye. Ve daòi bir şarù oldur ki vaútì ki ben óücre kÿşesini iòtiyÀr itmiş olam, meclis tefriúa olduúdan ãoñra ol óücreye benüm àayruma bì-ùaleb yol virmeye. Ve daòi giceler tenhÀ óÀlüme meşàÿl (A42a) olduàum vaút beni óÀlümden teàayyür itmeye, ol óÀle muòÀlif bizden tevaúúuè itmeye ve daòi úavlen ve fièlen ve òÀliãan ve muòliãan li’l-lÀhi teèÀlÀ dervìşlerüñ evrÀdına vü evúÀtına mütÀbaèat göstere. Baèdehÿ ol müémine-i ãÀdıúa eyitdi: Eger aña bu devlet müyesser ola baña daòi ve atasına daòi ruòãat ola ki ol óücrede biz daòi bile olavuz didi. Baèd-ez-Àn Óaøret-i BüzürgvÀr òoş ola inşÀ’a’l-lÀhu teèÀlÀ didiler. Çün bu óikÀyetleri ol müémine-i ãÀdıúa ferzend-i maèãÿme-i pesendìdesine óikÀyet eyledi, ol vaútde ol maèãÿme çahÀrdeh sÀle idi semèle ùavèla úabÿl eyledi. ÕÀlike faêlu’l-lÀhi yüétìhi men yeşÀé. HemÀn ol gün ol müémine-i ãÀdıúa MevlÀnÀ KemÀle’d-dìn HÀşimìyi ùaleb eyledi. Ol maèãÿmenüñ ãÿret-i inúıyÀdını ve bu tekÀlife rÀøì olduàunı aña èarø eyledi. MevlÀnÀ KemÀle’d-dìn daòi Óaøret-i äÀóib-i KemÀle bu inúıyÀdı èarø eyledi. Óaøretleri buyurdılar ki èaceb óÀletdür; bu tekÀlifi úabÿl itmek nisÀ meşrebinde àÀyet nevÀdirdendür didi. İmdi úabÿl lÀzım oldı didi. Óaøret-i Faølu’l-lÀh èazze faêluhÿ buyurdılar ki kendü kesbi vechinden bir cÀme-i kerbÀs ve bir çÀder, bir daòi mÿze tertìb itdiler virüpdiler. Óaøretleri buyurdılar ki bu cÀmeyi giymek gerek. Seyyid-i BüzürgvÀr, Seyyid Muóammed raómetu’l-lÀhi èaleyh (A42b) ki Óaøret-i äÀóib-i KemÀlüñ àÀyet muúarriblerinden idi ve hem müteéehhil ve pìr idi, anlaruñ evine gelsün, nice müddet anda olsun. Şol ùaèÀm ki dervìşler zÀviyede ùabò iderler, andan tenÀvül itsün tÀ ki ol ùaèÀmlar ki evinden tenÀvül itmişdür, andan biten et taólìl olsun. Dervìşler taèÀmı ki zÀviyede pişer, helÀl elleri kesbindendür, et andan bitsün, bedel mÀ yeteóallel olsun. Baèd-ez-Àn èaúd münèaúid ola. Ol ãÀlióa-i maèãÿme selÀmu’l-lÀhi èaleyhÀ şöyle ki óaøretleri buyurdılar úabÿl itdi. Dört ay müddeti, meõkÿr Seyyid Muóammed evinde muúìm oldı. Baèdehÿ èaúd vÀúiè oldı. Óaøret-i äÀóib-i Teévìl èazze faêluhÿ buyurdılar ki bir yeşil ãÿf tedbìr eyleyeler, anı giye, zÀviye-i münìrede gele. Zihì ãaèÀdet-i cÀvìd u devlet-i sermed. Bu óÀlde, ÀåÀr-ı faúr u terk-i ziynet ve tezkiye-i nefs ez-cemìè-i şübehÀt, ol büzürgvÀre-i maèãÿmenüñ ùabìèatında ve mizÀcında şöyle àalebe itmişdi ki Óaøret-i äÀóib-i Teévìle eyitdi: Baña bi’ù-ùabè libÀslar giymek ve aña raàbet itmek be-àÀyet óaúìr gelir didi. Óaøret-i äÀóib-i Teévìl èazze faêluhÿ buyurdılar ki èinda’l-lÀh bunları terk itmegüñ ecri ziyÀdedür didiler. Ol yeşil ãÿfı daòi dervìşlere virdi ki külÀh keseler. Ol èazìze daòi külÀhdÿzluú ögrene, dervìşlere muvÀfaúat ide, kesbe meşàÿl ola (A43a) helÀl yemek içün buyurdılar inna’l-lÀhe lÀ yuøìèu ecra’l-muósinìn.” (İBB Atatürk Kitaplığı, Osman Ergin Türkçe Yazmaları, no: 1321). Fazlullah’ın Tebriz’de Hâce Bayezid Damgânî’nin kızıyla yaptığı evlilikten Nurullah, Kelimullah, Selamullah, Fatıma Hatun, Bîbî Hatun, Ümmül Kitab ve Fatihatül Kitab adlarında yedi çocuğu olur. Fatıma Hatun Fazlullah’ın halifesi Aliyyu’l A’lâ’nın zevcesidir. Fazlullah’ın ölümünden sonra Nurullah ile iki erkek kardeşi ve iki küçük kız kardeşinin bakımını Derviş Hüsameddin üstlenmiştir. Nurullah 828/1425’de vebadan ölmüştür.[9] İstivâ-nâme yazarı Emir Gıyaseddin, Emir Nurullah’ın kendisini Bitlis’e gönderdiğini söyler. Bitlis’te bulunduğu dönemde rüyasında, 826/1423’de vebadan ölmüş olan Fazlullah’ın çocuklarından Bîbî-i Ümmül Kitab, Emir Selamullah, Emir Kelimullah, Bîbî-i Fatihatül Kitab’ı cennette gördüğünü belirtir.[10] Fazlullah’ın “Helalhor Seyyid Fazlullah” diye şöhret bulması[11] onun haram lokma yememesi, kimseden hediye kabul etmeyip[12] geçimini acem takkesi dikerek sağlamış olmasındandır. Giydiği beyaz keçe başlık ve elbisesiyle tanınmıştır.[13] Emir Gıyâseddin’in ifadelerine göre, Fazlullah namazdan sonra sürekli evrâd u ezkârla meşgul olmuş ve yardımcı olduğu kişilerden maddi bir karşılık almamıştır.[14] Fazlullah, Timur’u haksız bir şekilde güç kullanmaktan vazgeçmeye, afla ve cömertlikle davranıp halkın mutluluğunu temin etmeye davet ettiği,[15] diğer bir teze göre de Timur’u ittihadiye itikadına çağırdığı[16] için öldürülmüştür. Hurufiler cenahında ise konuyla ilgili tek bahis Hâb-nâme‘de anlatılan şu olaydır: “RivÀyet-i Seyyid ÚÀsım SerÀbì ehillerinüñ muúarriblerinden idi, eydür: Óaøret-i äÀóib-i Teévìlüñ òºÀblar teévìl itdüginüñ òaberini ki äÀóib-i Teévìl bi-óaúdur deyü Temürleng-i melèÿn èaleyhi’l-laèneye irişdürdiler. İttifÀú Semerúandda bÀzÀr ardında bir köşk var idi, äÀóib-i Teévìlüñ ocaàı anda idi. Ol melèÿn-ı (A83a) ezel u ebed ol mevøièe geldüklerini bildi. Emìr-i Leng Temür ki emìr-i dìvÀn idi, Óaøret-i äÀóib-i Teévìle çok irÀdet getürmişdi. Bir ãabÀó Emìr-i Leng Temürı úaàırdı eyitdi: Var pìrüñe eyit ki ben ki Leng Temürem, òºÀbda gördüm ki mecmÿè-ı yiryüzin ùumÀn úaplamış şöyle ki yeryüzinde úara yir görinmezdi[17], her çend ki baúardum hìç yir görünmezdi illÀ bir çanaú ki ben anı ortada úomışdum, úızıl úanla ùopùolı idi. Emìr-i Leng Temür çün bu òºÀbı istimÀè eyledi, revÀn oldı, Óaøret-i äÀóib-i Teévìlüñ meclisine geldi. Çünki Óaøretüñ meclisine irişdi, ol melèÿnuñ ãÿret-i òºÀbını èarø eyledi. Óaøret-i äÀóib-i Teévìl tebessüm eyledi, buyurdı ki, var emìrüñe eyit, bu òºÀbı sen görmedüñ di. Emìr-i Leng Temür eyitdi: Buyuruñ kim gördi didi. Óaøret-i äÀóib-i Teévìl buyurdı ki, var benden bu sözi èarø eyle. Her ne ki dirlerse baña irişdür didi. Emìr-i Leng Temür revÀn oldı Leng èaleyhi’l-laène ùarafına. Çün aña yaúın vardı, ol melèÿn ãordı ki pìrüñ ne didi. Emìr-i Leng Temÿr eyitdi: Bu òºÀbı anlar görmemişdür didi. Eyitdi yÀ kim görmişdür. Emìr-i Leng Temÿr eyitdi: Bu úadar buyurdılar, ve eyitdi ki eger daòi teftìş iderlerse yine gel tÀ ki teévìl istimÀè idesin didi. Ol Temürleng-i (A83b) melèÿn-ı seg eyitdi: Var ãor, eyit ki bu òºÀbı kim görmişdür, daòi bu òºÀbuñ teévìli nedür buyuruñ di. Emìr-i Leng Temür yine vardı, äÀóib-i Teévìlüñ meclisine ol peyàÀmı irişdürdi. Óaøret buyurdı ki elbetde dimek gerek mi bu òºÀbuñ teévìlin, Emìr-i Leng Temür mübÀlaàa gösterdi ki elbetde gerekdür ki teévìlin beyÀn idesiz didi. Óaøret-i äÀóib-i Teévìl èazze faêluhÿ buyurdı ki bu òºÀbı şol èavrat görmişdür ki bu gice anuñ úoynında yatur idi. Bu òºÀbuñ teévìli oldur ki ol èavrat óÀlet-i bekÀretinde bir şaòãı dost dutmış idi. Her çend ki ùaleb iderdi, ôafer bulımaz idi. Ol yÀr ihtiyÀr ile aña mutìè u münúÀd olmaz idi. TÀ gicelerden bir gice ol èavrata bir mühim vÀúiè olmış idi ve ol gice uyúusuz kalmış idi. Andan ãoñraàı gice, uyúu àalebesinden àÀyet uyumışdı. Ol şaòã ol èavratuñ kemìninde idi, fırãat buldı ol èavratuñ bekÀretini zÀéil eyledi. Çün ol èavrat bìdÀr oldı n’olduàunı bildi. Ol óÀletde ol èavrat, başdan ayaàa degin aú giymiş idi, mümkin olmadı ki pinhÀn eyleye. Baèd-ez-Àn Emìr-i Leng Temür vardı, bu teévìl-i òºÀbı ol melèÿna òalvetòÀnesinde taúrìr eyledi. Ol melèÿn daòi òºÀbı gören èavratı daèvet idüp eyitdi ki rÀst ayıt ki senden bir nesne ãorsam gerek. Eger rÀst (A84a) dimezseñ başuñı keserin ve eger rÀst diyesin hìç noúãÀn olmaya, belki seni daòi òoş dutam didi. Ol èavrat eyitdi: Buyuruñ her ne kim ãorarsañuz diyeyin didi. Ol melèÿn ãordı ki rÀst eyit ki senüñ bekÀretüñ kim aldı. Ol èavrat amÀn diledi, baña amÀn vir tÀ rÀst diyeyin didi. Ol melèÿn daòi and içdi ki eger ùoàru diyesin hìç noúãÀn itmeyem. Ol eyitdi ki şol óÀletde ki yeni bÀlià olmış idüm, beni bir şaòã sevmişdi, ben daòi aña muùìè olmazdum tÀ bir gice şöyle ittifÀú düşdi ki bir mühim işe meşàÿl oldum. Uyúusuzluú àalebe itmiş idi, nÀgÀh irteki gicede uyúu àÀlib olup tamÀm àafletde iken ol şaòã gelmiş, tamÀm işin işlemiş. Ben bìdÀr oldum, ol óìnde aú ùonlar giymiş idüm, evvel bahÀr faãlı idi pinhÀn idemedüm. Andan ãoñra siz óÀkimsiz. Ol melèÿn girìbÀnın dişiyle dutdı ve müteóayyir olup Emìr-i Leng Temüre eyitdi ki ayruú anuñ ãoóbetine varma didi. Yaènì Óaøret-i äÀóib-i Teévìlden ıøùırÀb ve vehm, anuñ bÀùınına àÀlib oldı tÀ Àòir ol óareket andan ôÀhir olup ol vehmden melèÿn-ı ezel u ebed oldı, laènetu’l-lÀhi èaleyhi ve èalÀ etibbÀèihim ecmaèìn.” (İBB Atatürk Kitaplığı, Osman Ergin Türkçe Yazmaları, no: 1321). Netice itibariyle Fazlullah, Şamahı’da, Azerbaycan valisi Miranşah tarafından tutuklanıp Alıncak kalesine hapsedilir (1 Zilkade 796/29 Ağustos 1394), altı gün sonra da Şeyh İbrahim’in fetvasıyla öldürülür (3 Eylül 1394).[18] Fazlullah’tan bahseden ilk eser olarak kabul edilen Şerh-i Mukrizî’de, Fazlullah’ın Tebriz yakınlarındaki Alıncak kalesinde 804 yılında yakıldığı söylense de[19] bu, ancak Fazlullah’ın bedeninin mezarından çıkarılıp yakılmasıyla mümkün olabilir.[20] Zerrinkûb, Fazlullah’ın defninden altı yıl sonra (802/1399) şimdiki yerine nakledildiğini söyler.[21] Bazı kaynaklarda Fazlullah’ın 801/1398[22] ve 777/1375[23] tarihlerinde idam edildiği söylense de, ilk elden Hurufi eserlerde Fazlullah’ın 796 yılında öldürüldüğü belirtilmiştir.[24] Fazlullah idam edildikten sonra, Nahçıvan-Culfa yolu üzerinde yüksek bir tepede kurulmuş olan Alıncak kalesine defnedilmiştir. Fazlullah’ın halifelerinden Aliyyu’l A’lâ da orada medfundur.[25] Fazlullah’ın, Câvidân-nâme, Muhabbet-nâme, Nevm-nâme isimli mensur ve Arş-nâme isimli manzum eseri yanında bir de Dîvân’ı bulunmaktadır. Bu eserlerden Arş-nâme, Câvidân-nâme ve Muhabbet-nâme, diğerlerinin yanında öne çıkan eserlerdir. 1.Câvidân-nâme: Fazlullah bu eseri 788/1386’de yazmış, ancak Şirvan’da, zindanda kaldığı zamana kadar eklemeler yapmıştır.[26] Farsçanın Gürgan lehçesiyle yazılan Câvidân-nâme altı tane ibtidâ (ابتدا) kelimesiyle başlamaktadır. Gürgan lehçesiyle yazılan bu eser, yer yer uzun pasajlara sahip olmanın yanında, birer cümlelik bölümler, sayfalarca süren seçme ayetler vs. gibi adeta bir not defteri tertibinde yazılmıştır. Bu eserin, bildiğimiz Farsçayla muhtasaran kaleme alınmış şekli de Câvidân-nâme-i Sağîr olarak anılmaktadır. Bu sonunusunda Câvidân-nâme‘de dağınık halde bulunan cümleler adeta bir araya getirilip kelime kelime edebî Farsça’ya tercüme edilmiştir. Gürgan lehçesiyle yazılmış olan Câvidân-nâme-i Kebîr, hacimce Câvidân-nâme-i Sağîr’den büyük olmakla birlikte, konular Câvidân-nâme-i Sağîr’e göre daha dağınık bir şekilde aktarılmıştır ve fazla sayıda tekrar vardır. Câvidân-nâme-i Sağîr ise konulara göre bölümlere ayrılmıştır. Bu bölümler, Gürgan lehçesiyle yazılmış olan Câvidân-nâme’de aynı konuyla ilgili ancak farklı yerlerde bulunan pasajların bilinen Farsça’ya çevrilerek bir başlık altında verilmesiyle oluşturulmuştur. Bildiğimiz Farsça’ya aktarılmış olan bu eserin 1048/1638’de Derviş Murtaza tarafından yapılmış kelime kelime bir tercümesi elimizde mevcuttur.[27] 2.Muhabbet-nâme: Bu eserde Allah’ı seven ve Allah’ın da kendilerini sevdiği güruhtan olmanın yolu anlatılmıştır.[28] Hurufi diliyle ifade edecek olursak eser, Allah’ın vechine, yani 28 ve 32 kelimenin alametlerine olan aşkın sonucu olarak ezan, kamet, namaz, zekat gibi erkanda 28 ve 32 harfi müşahede etmenin yolunu göstermektedir. 3. Arş-nâme: Divan’ı dışında tek manzum eseri olan Arş-nâme, Hurufi düşüncesinin dile getirildiği en önemli mesnevidir. Edebî değerinden ziyade ortaya koyduğu fikirlerle Hurufiliğin temel eserlerinden biri olan bu mesnevi, bir anlamda Fazlullah’ın diğer bir eseri olan Câvidânnâme’nin nazma dökülmüş bir halidir. Bizce gerçeği yansıtmasa da Katip Çelebi tarafından Fazlullah’ın öldürülmesinin müsebbibi olarak gösterilen[29] Arş-nâme, büyük önemine rağmen Fazlullah’ın diğer Hurufi eserleri gibi, bugüne kadar ne Türkiye’de ne de başka bir ülkede neşredilmemiştir. Kütüphanelerde bol miktarda yazma nüshası bulunan Arş-nâme, Türkçe bilen okurlar için bence büyük bir başarı örneği olarak Âmiloğlu isimli bir hurufi tarafından da dilimize çevrilmiştir. Bu, Arş-nâme’nin Farsça’dan bir başka dile yapılan tek çevirisidir. 4. Nev-nâme: Fazlullah’ın bu eseri Gölpınarlı ve daha sonra gelen araştırmacılar tarafından “Nevm-nâme” (Uyku/Rüya kitabı) olarak isimlendirilmiş ve birçok gizli ilmin açıklandığı Fazlullah’ın rüyalarını anlatmakta ve hayatıyla ilgili de önemli bilgiler içermekte olduğu vurgulanmıştır.[30] Eserin asıl isminin Nev-nâme diğer bir ismiyle Nüsha-i Nev olduğunu, hiçbir rüyadan bahsedilmeyip, Fazlullah’ın diğer eserleri gibi bunda da birçok dini konunun Hurufi düşüncesine göre tevil edilmiş olduğunu detaylı bir şekilde ortaya koymuştuk.[31] Eser genel olarak soru ve cevap şeklinde düzenlenmiş ve her bölüm satır içinde bırakılan boşluklarla birbirinden ayrılmıştır. Sorular “اکنون اگر سائل سؤال کند که” (Şimdi sâil soru sorarsa ki) cümlesiyle başlamakta, cevaplar veya açıklamalar da “جواب از و من عنده علم الکتاب آنست که” (Yanında Kitap’ın ilmi bulunandan cevap şudur ki) veya “اکنون بدان ای طالب” (Şimdi bil ey talip) cümleleriyle başlamaktadır. 5.Na’îmî Divanı: Fazlullah’ın Naimî mahlasıyla yazdığı Farsça şiirlerden oluşan Divân’ında tasavvufî şiirler bulunmaktadır. Fakat işlenen konular doğrudan Hurufilikle ilgili değildir, daha çok vahdet-i vücut felsefesi çerçevesinde örgülenmiştir. Seyyid İshak’ın Hâb-nâme’sinde, Fazlullah’ın İzzeddin Şah Şücâ (ö. 1384) adına bir fıkıh kitabı yazdığı nakledilmektedir. Ancak bu kitap henüz bulunamamıştır.[32] Hidâyetu’l-ârifîn adlı eserde de Fazlullah’ın Enfüs u Âfâk isminde bir kitabından söz edilir[33] ancak bu eser de henüz bulunamamıştır. Bunlara ek olarak, Fazlullah’ın Bakü’de hapishanede yazmış olduğu vasiyetnamesi vardır ki bunun M.K. Ali Emirî, Farsça, no. 993, vr. 104, M.K. Ali Emirî, Farsça, no. 1009, vr. 1b-9a ve İ.Ü. Kütüphanesi, Farsça, no. 1291, vr. 38a-45a’da farklı nüshaları vardır. 1. Şemsüddin Sehâvî, E’d-Dav’u’l-lâmî’ li-ehl-i’l-Karni’t-tâsi’, c. IV, s. 173 aktaran Verdâsebî, Nemedpûşân, İntişârât-ı İmâm, h.ş. 1358, s. 51; Katip Çelebi, Keşfu’z-Zünûn, c. I, s. 578 ve c. II, s. 1132; aktaran Abdülbaki Gölpınarlı, Hurûfîlik Metinleri Kataloğu, Ankara, TTK, 1989, s. 2-3. 2. İtaat-nâme, Millet Ktp., Ali Emîrî Farsça, no. 1051, vr. 21a. 3. Köşeli parantez içindeki isimler Işkurt Dede’nin Salât-nâme‘sinde bulunmamaktadır. 4. Fazlın Şeceresi, Millet Ktp., Ali Emîrî Farsça, no. 1039, vr. 80b; Işkurt Dede, Salât-nâme, Millet Ktp., Ali Emîrî Farsça, no. 1043, vr. 51a. 5. Sâdık Kiyâ, Vâje-nâme-i Gurgânî, Tahran, Danişgâh-ı Tahran, h.ş. 1330, s. 29; aktaran Gölpınarlı, a.g.e., 1989, s. 4. 6. Aliyyü’l A’lâ, Tevhid-nâme, Süleymaniye Ktp., Yazma Bağışlar, no. 4348, vr. 2b. 7. Gölpınarlı, a.g.e., 1989, s. 3. 8. Bkz. Usluer, Hurûfîlik, s. 32-35. 9. İbn Hacer Askalânî, El-inbâu’l gumr fî ebnâi’l umr, Kahire, 1972, c. II, s. 219 ve Kamil Mustafa Eş-şeybî, el-Fikru’ş-Şiyeiyyü ve’n-Nezeâtü’s-Sûfiyye hattâ Matlaı’l-Karni’s-Sânî Aşera el-Hicrî, Bağdat, Mektebetu’n-Nahda, 1966, s. 189; aktaranÜnver, a.g.e., s. 53. 10. Emir Gıyâseddin, İstivâ-nâme, Millet Ktp., Ali Emiri Farsça, no. 269, vr 38a. 11. Bausani, a.g.m., s. 620; Sehâvî, a.g.e., s. 173; aktaran Verdâsebî, a.g.e., s. 51. 12. Nasrullah b. Hasan Ali b. Mecduddin Hasan Nâficî, Hâb-nâme, Vatikan, Farsça no. 17, vr. 43; aktaran Ritter, a.g.m., s. 25-26. 13. Sehâvî, a.g.e., s. 173-174; aktaran Verdâsebî, a.g.e., s. 51. 14. Emir Gıyâseddin, İstivâ-nâme, Millet Ktp., Ali Emiri Farsça, no. 269, vr 81a-81b. 15. Verdâsebî, a.g.e., s. 55. 16. Ritter, a.g.m., s. 18. 17. M : gözükmez idi. 18. Kürsî-nâme’den aktaran Ritter, a.g.m., s. 43; Gölpınarlı, a.g.e., 1991, s. 144. 19. Kiyâ, a.g.e., 1230, s. 23; aktaran Ritter, a.g.m., s. 17. 20. Ritter, a.g.m., s. 18-19. 21. Abdulhüseyin Zerrîn-kûb, Donbâle-i Cüstcû; Der Tasavvuf-i Iran, Tahran, Emir Kebîr, h.ş. 1380, s. 56. 22. Annemarie Schimmel, Eb’âd-ı irfânî-i Islam, terc. Abdurrahim Güvâhî, Tahran, Defter-i neşr-i Ferheng-i İslâmî, h.ş. 1374, s. 639; aktaran Hıyâvî, a.g.e., s. 257. 23. İhsan Taberî, Berhî berresîhâ derbâre-i cihân bînîhâ ve cünbüşhâ-yı ictîmâî der Iran, h.ş. 1348, s. 320; aktaran Hıyâvî, a.g.e., s. 257. 24. Aliyyu’l A’lâ, Kıyâmet-nâme, İ.Ü. Kütüphanesi, Farsça, no. 1195, vr. 67a-b; Muhîtî, Keşf-nâme, cd 20-21, 57, 78-79; Fazlullah’ın Şehadetine Düşürülen Tarih, cd 3; Fazlullah’ın Ölümü İçin Tarih, cd 29152. 25. ?, M.K. Ali Emirî, Farsça, no. 990, cd 62; ?, M.K. Ali Emirî, Farsça, no. 1039, cd 30748. 26. Hüsamettin Aksu, “Câvidân-nâme,” DİA7, 1993, s. 178. 27. Bkz. Fatih Usluer, Fazlullah Esterâbâdî, Câvidannâme; Dürr-i Yetim İsimli Tercümesi, Kabalcı, İstanbul, 2012. 28. Emir Gıyâseddin, İstivâ-nâme, M.K. Ali Emirî, Farsça, no. 269, cd 22-23; Fazlullah, Muhabbet-nâme, M.K. Ali Emirî, Farsça, no. 824, cd 4-5. 29. Katip Çelebi, Keşfu’z-Zünûn, İstanbul, M.E.B.,1971, c. II, s. 1132. 30. Gölpınarlı, a.g.e., 1989, s. 82; Aksu, a.g.m., 1995, s. 279. 31. Bkz. Fatih Usluer, “Hurûfî Metinleri ile İlgili Bazı Notlar”, Ege Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, S. 13, no. 1, Ocak 2007, ss. 211-235. 32. Gölpınarlı, a.g.e., 1989, s. 13. 33 Hıyâvî, a.g.e., s. 221.Hurufilik Tarihi
Fazlullah Esterâbâdî (ö. 796/1394) tarafından kurulan Hurufilik talebelerinin de katkılarıyla güçlü bir sistem haline gelmiştir. 15. yüzyılın ortalarına kadar devam eden sistemleşme süreci Hurufiliğin ilk dönemidir. Bu dönem içerisinde vuku bulan Fazlullah’ın Timur’un oğlu Azerbaycan valisi Miranşah tarafından Şeyh İbrahim’in fetvasıyla idam edilmesinden sonra Hurufiler tepkilerini ortaya koymaya başlamışlardır.